İngilizce » Türkçe |
Yukarı |
high |
{haı}
- [A] yüksek, yukarı, uyuşturucu almış, üst, büyük, şiddetli, aşırı, önemli, soylu, yüce, ileri, üstün, neşeli, sarhoş, uçmuş, esrarın etkisinde
- [ADV] yüksekte, yükseğe, lüks içinde
- [N] yüksek yer, yüksek basınçlı bölge, büyük vites, rekor, zirve, uçma, lise
|
|
high |
i. barometrenin yüksek olduğu bölge; argo esrar tesiri altında olma. on high gökte, semada. |
|
high |
s. yüksek, ali; mağrur, kibirli, kendini beğenmiş, azametli; yüce, muhteşem; âIâ; {müz}. tiz, yüksek perdeden; kokmuş {et}; {coğr}. kutuplara yakın; çok eski; baş; ağır; coşkun, taşkın {neşe}; pahalı; şiddetli, sert, azgın {deniz}; asil, soylu, necip; argo esrarın tesiri altında. high and dry suyun dışında, karada; kimsesiz ve çaresiz kalmış. high and low her yerde; zengin fakir, herkes. high and mighty {k}.dili azametli, gururlu. High Church Anglikan Kilisesinin Katolikliğe meyleden kısmı. high color koyu renk, koyu kırmızı. high comedy yüksek sınıfın hayatını ele alan ve nükteli diyalogları bulunan komedi. high command baş kumandanlık. high commissioner büyükelçi ayarında bir memur. high day bayram, yortu günü. high dive yüksekten dalış. high dudgeon öfke, aşırı hiddet. high explosive dinamit gibi kuvvetli patlayıcı madde. high fashion değişik ve lüks giyinme tarzı. high fidelity sesi çoktabii şekilde verme veya veren {radyo, pikap, hoparlör}. high frequency yüksek frekans, kısa dalga. high gear {oto}. en hızlı vites. high jinks gürültülü eğlence, çılgınlık. high jump yüksek atlama. high life yüksek tabaka hayatı, sosyete hayatı. high living lüks hayat. high noon tam öğle vakti. high place kutsal sayılan tepede tapınma yeri. high point en önemli veya en heyecanlı nokta. high priest başpapaz. high relief {güz.san}. yüksek kabartma. high school lise, resmi okulların 9-12 sınıfları, bazen 10-12 sınıfları. high seas enginler, açık deniz. high sign {A.B.D}., {k}.dili el işareti {bazen gizli ihtar}. high spot en mühim veya en heyecanlı nokta. high tea {ing}. ikindi kahvaltısı, mükellef çay ziyafeti. high tide kabarma; kabarma saati; doruk. high treason ihanet, vatan veya devlete hıyanet. fly high büyük emeller beslemek, hayal peşinde koşmak. get on ones high hors ayak diremek, direnmek; öfkelenmek, kabarmak, kafa tutmak. in high terms överek, göklere çıkararak. Its high time. Tam vakti. Zamanı geldi de geçti bile. the Most High Tanrı, Cenabı Hak. with a high hand kendince; amirlik taslayarak. |
|
high |
s. 1. yüksek. 2. kibirli, kendini beğenmiş. 3. yüce. 4. müz. tiz, yüksek perdeden. 5. lüks {yaşantı}. 6. kokmuş {et}. 7. coğr. kutuplara yakın. 8. coşkun, taşkın {neşe}. 9. yüksek, fahiş {fiyat}. 10. şiddetli, sert {rüzgâr}. 11. kabarık, azgın {deniz}. 12. argo uyuşturucu etkisi altında. |
|
high |
yüksek |
|
|
İngilizce » Türkçe İlişkili Sonuçlar |
Yukarı |
|
|