İngilizce » Türkçe |
Yukarı |
hard |
{hɑ:rd}
- [A] nasırlı, sert, katı, ağır, çetin, zor, sağlam, dayanıklı, güç, şiddetli, ekşi, ekşimiş, sıkı
- [ADV] zorla, sıkı, sert, aşırı, yakın, yanında
- [N] sert penis
|
|
hard |
s. 1. katı, sert, pek. 2. güç, zor, çetin. 3. katı, acımasız, sert. 4. acı, ağır, sert {söz}. 5. şiddetli, kuvvetli. 6. şiddetli, sert; çok soğuk {mevsim/hava}. 7. sert, kireçli, acı {su}. 8. sert {içki}. 9. tehlikeli ve bağımlılık yapan {madde}. |
|
hard |
z. 1. çok, büyük bir gayretle: They worked hard. Çok çalıştılar. Try hard! Çok gayret et! 2. şiddetle, kuvvetle: The wind´s blowing hard. Rüzgâr kuvvetle esiyor. 3. fena halde, aşırı ölçüde: He´s hitting the bottle hard these days. Bugünlerde fena halde içiyor. |
|
hard |
{s.} katı, sert, pek; güç, müşkül, zor, çetin; zalim, merhametsiz, kalpsiz, şefkatsiz; şiddetli, kötü, acı; anlaşılmaz, zor; ağır; çalışkan, faal; inatçı, ters; çirkin, kötü; acı {su}; gram. kalın sesli {harf}; cimri, pinti, hasis; eksi, ekşimiş, alkol derecesi yüksek, sert {içki}. hard and fast rule değişmez kanun, istisna kabul etmez kaide. hard cash, hard money madeni para; nakit para. hard cider alkolleşmiş elma suyu. hard coal {min.} antrasit. hard court te niste beton kort. hard drug morfin gibi bedende alışkanlık yaratan uyuşturucu madde. hard facts ABD, {k.dili} kesin deliller . hard hat {ing.} me!on şapka; kask, miğfer. hard hit büyük zarara uğramış. hard labor ağır iş cezası. hard luck talihsizlik, şanssızlık. hard maple isfendan ağacı, akçaağaç gibi şeker veren bir cins ağaç, {bot.} Acer saccharum. hard of hearing ağır işiten. hard row to hoe çetin iş. hard rubber ebonit. hard sauce ahçı. şeker ve tere yağı ile yapılan tatlı sos. hard sell ABD, {k.dili} ısrarla satış usulü. hard times güç zamanlar, sıkıntılı günler. hard up eli dar, muhtaç. hard water kireçli su. a hard bargain çekişe, çekişe pazarlık. hardly {z.} güçlükle, güçbela; ancak, hemen hemen; az bir ihtimalle. hardness {i.} güçlük, zorluk; sertlik; terslik, aksilik. |
|
hard |
{z.} zorla, kuvvetle, hızla; sertlikle, güçlükle, müşkülâtla; sıkıca; katı, sert; çok, aşırı; yakın, yanı başında; {den.} alabanda; son hadde kadar. hard by pek yakın, yakında. be hard put to it zor durumda olmak, darlıkta olmak. die hard şiddetle karşı koymak, kolay teslim olmamak. go hard with için zor olmak, için acı olmak . |
|
|
İngilizce » Türkçe İlişkili Sonuçlar |
Yukarı |
drive a hard bargain |
|
|
bear hard on |
- [V] ağır gelmek, yük olmak
|
|
hard biscuit |
|
|
hard case |
- [N] mesele: zor mesele, şey: zorlu şey, ceviz: çetin ceviz, tip: zorlu tip
|
|
hard cheese! |
- [INTRJ] senin bileceğin iş!, beni ilgilendirmez!
|
|
hard cider |
- [N] elma suyu, şarap: elma şarabı
|
|
hard currency |
- [N] sağlam para, tedavüldeki para, para dolaşımı
|
|
hard cyder |
- [N] elma suyu, şarap: elma şarabı
|
|
die-hard |
{'daıhɑ:rd}
- [A] inatçı, dokuzcanlı, gerici, tutucu
- [N] inatçı, dik kafalı kimse, eski kafalı kimse, tutucu kimse, dokuzcanlı şey
|
|
hard-boiled egg |
- [N] yumurta: haşlanmış katı yumurta, yumurta: katı yumurta
|
|
fallen on hard times |
|
|
become hard |
|
|
get a hard on |
- [N] kalkmak
- [V] sertleşmek
|
|
have a hard on |
- [N] kalkmak
- [V] sertleşmek
|
|
The ground's too hard. |
- [PHR] sert: Yer çok sert.
|
|
try hard |
- [V] didinmek, çok çalışmak, uğraşmak, özenmek
|
|
hard-and-fast |
{,hɑ:rdən'fæst}
|
|
hard-bitten |
{'hɑ:rd,bıtən}
- [A] sert, belâlı, inatçı, yüzsüz, pişkin, arsız
|
|
hard-boiled |
{,hɑ:rd'bɔıld}
- [A] katı, pişkin, yüzsüz, kaşarlanmış, kurt, kurnaz, hilekâr
|
|
hard by |
- [ADV] yakın, yakın: çok yakın, yakında, yanıbaşında
|
|
|
Türkçe » İngilizce İlişkili Sonuçlar |
Yukarı |
|
|