Sonuçlar

İngilizce » Türkçe Yukarı
take Dinle! {teık}
  • [N] tutma, tutuş, tutulan balık miktarı, avalanan hayvan miktarı, alıntı, hasat, pay, tepki, reaksiyon, kabul etme {vücut}, alınan taş
  • [V] almak, götürmek, tahammül etmek, tutmak, icap etmek, ele geçirmek, elde etmek, yakalamak, çıkarmak, karşılamak, atlatmak, etmek, hissetmek, yanmak, kazanmak, yapmak, ölçmek, kabul etmek, sanmak, çekmek (fot.), katlanmak, dayanmak, kaplamak
take f. {took, taken} almak; götürmek; kapmak; yakalamak, gasp etmek; tuzağa düşürmek; kazanmak; seçmek; satın almak; kiralamak; olmak; abone olmak; çıkarmak; uğramak; karşılamak; farz etmek, saymak; anlamak, kavramak; yapmak; faydalanmak; ile gitmek; duymak, hissetmek; tutmak; da yanmak; {argo} aldatmak, kandırmak; kenetlenmek; sin. çevirmek. take aback şaşırtmak. take a beating dayak yemek; bozguna uğramak. take about gezdirmek. take a bow tebrikleri kabul etmek. take a breath nefes almak, dinlenmek. take account of hesaba almak veya katmak .take a chair oturmak. take a course ders almak; den. belirli bir yönde gitmek. take a dare meydan okumaya aldırış etmemek; meydan okuyana karşı koymak. take advantage of faydalanmak, istifade etmek; istismar etmek. take affront alınmak, darılmak .take after benzemek: yolunu tutmak, izinde yürümek. take aim nişan almak. take a joke şakadan anlamak, şakaya gelmek. take alarm korkmak. take along beraber götürmek. take amiss yanlış anlamak; darılmak. take an examination sınava girmek. take apart ayırmak, koparmak; soruşturmak. take a picture resim çekmek. take a powder {argo} toz olmak, tüymek. take arms silâha sarılmak. take a shot nişan almak; resim çekmek .take at ones word sözüne inanmak. take away alıp götürmek. take back geri almak .take care dikkat etmek, ihtiyatlı davranmak. take care of bakmak; rüşvet alarak halletmek; {argo} öldürmek. take caution against bir şeye karşı tedbir almak. take charge idaresini üzerine almak. take counsel danışmak; ölçünmek. take cover sığınmak. take dictation dikte almak. take down indirmek; sökmek, parçalara ayırmak; kibrini kırmak, alçaltmak; yazmak, kaydetmek, dikte almak. take effect yürürlüğe girmek, muteber olmak; tesir etmek. take fire tutuşmak, ateş almak, alevlenmek .take for diye almak, sanmak, zannetmek. take French leave izinsiz savuşmak. take from almak; çıkarmak. take from the table ertelenmiş bir tasarıyı yeniden ele almak. take heart yüreklenmek, cesaret almak, kuvvet almak .take heed kulak asmak, dinlemek, önem vermek. take hold tutmak, ele geçirmek, işi yürütmek. take in almak, içeriye almak; daraltmak; yelken sarmak; kapsamak; anlamak; k.dili. aldatmak, yutturmak; {A.B.D.}, k.dili. gezmek, görmek. take in hand avuncunun içine almak, idaresini ele almak. take into account hesaba katmak. take into ones head tutturmak. take in tow yedeğe almak; yol göstermek. take in vain küfür etmek. take issue with aksi tarafı tutmak. take it anlamak; katlanmak, dayanmak. take it easy işin kolayına bakmak, aldırmamak. Take it easy ! Sakin ol ! take it hard çok etkilenmek. take it on the chin yenilmek; dayanmak. Take it or leave it ister al, ister alma. take it out in para yerine kabul etmek {mal}. take it out on {A.B.D.}, k.dili. öfkesini birisinden çıkarmak, çatmak, hırsını çıkarmak. take kindly to hoşlanmak, hoşuna gitmek. take leave ayrılmak, gitmek. take lying down katlanmak, hazmetmek. take measures tedbir almak. Take my word for it Bana inanınız Sizi temin ederim. take notice of dikkat etmek, farkına varmak, ehemmiyet vermek. take oath yemin etmek, ant içmek. take occasion fırsattan faydalanmak. take off çıkarmak: kopya etmek; indirmek; ölümüne sebep olmak; k.dili. taklit etmek; {uçak} havalanmak; {A.B.D.}, k.dili. kalkmak. take office göreve başlamak. take on ele almak; üstüne almak; vazife vermek, işe almak; k.dili. sızlanmak. take ones fancy hoşuna gitmek. take ones life in ones hands kellesini koltuğuna almak. take out çıkarmak; çıkartmak; götürmek, eşlik etmek. take over teslim almak; idareyi elinde tutmak. take pains with çok uğraşmak, didinmek. take part katılmak, iştirak etmek. take place vaki olmak, vuku bulmak .take potluck Allah ne verdiyse beraber yemek. take possession kullanmak, sahip çıkmak. take pride gurur duymak. take root kökleşmek, tutmak. take shape şekil almak, teşekkül etmek. take sick hastalanmak. take sides taraf tutmak. take steps tedbir almak. take stock depo mevcudunu saymak, malın mevcudunu hesap etmek; hesaplamak. take the chair başkan olmak .take the field bir sahaya atılmak; savaşa başlamak. take the stage dikkati üzerine çekmek. take the veil rahibe olmak. take the wind out of ones sails k.dili. öfkesini yatıştırmak, yelkenleri suya indirmek. take time vakit almak, vakit istemek. take to çare olarak kullanmak; alışmak; hoşlanmak. take to heart etkilenmek. take to ones heels tabanları kaldırmak, kaçmak. take to task azarlamak, paylamak . take up yukarı çekmek, kaldırmak; tutmak; üzerine almak, karışmak; poliçeyi ödemek; almak; kısaltmak; başlamak; ele almak; kabul etmek .take up arms silâha sarılmak. take up the gauntlet meydan okumasını kabul etmek .take up with k.dili. arkadaşlık kur- mak. take walks dolaşmak, gezmek, yürüyüşe çıkmak .take water su almak {gemi}. Take your time Acele etmeyin. be taken with çok hoşuna gitmek. He has been taken from us Onu ölüm bizden ayırdı. I have taken your time Vaktinizi aldım Sizi meşgul ettim.
take i. alma, alış; tutma, tutuş; sin. çekim; bir seferlik av miktarı; {A.B.D.}, k.dili. hasılat; {çalınan} parti; {İng.} kiralanmış arazi; {ası} tutma; kavrama.
take f. {took, tak.en}
1. almak; götürmek: Be sure to take a sweater! Yanına kazak almayı ihmal etme! Will you take the dog to the vet? Köpeği veterinere götürür müsün?
2. {bir sayıyı} çıkarmak: Take five from ten. Ondan beşi çıkar.
3. almak, çalmak, aşırmak.
4. almak, fethetmek, ele geçirmek.
5. almak, elde etmek, -e sahip olmak: They took first prize. Birinci ödülü aldılar.
6. {elle/ellerle} almak: Take these glasses! Bu bardakları al! He took her by the hand. Onu elinden tuttu. She took the dog in her arms. Köpeği kucağına aldı.
7. almak, kabul etmek: We don´t take traveler´s checks. Seyahat çeki almıyoruz. She took the blame for it. Suçu üzerine aldı. Go on and take it! Alsana! Will you take a salary cut? Maaşınızın azaltılmasını kabul eder misiniz?
8. katlanmak, tahammül etmek; dayanmak: She´s taken a lot from him. Ondan çok çekti. Can it take such rough treatment? Böyle hor kullanıma dayanabilir mi?
9. karşılamak: How will he take this news? Bu haberi nasıl karşılayacak?
10. {bir şeyi/birini} dinleyip ona göre hareket etmek: Take her advice! Onun sözünü dinle! She can´t take a hint. Dolaylı sözden bir şey anlamaz.
11. almak, içine sığmak: The canal won´t take a ship that big. O kadar büyük bir gemi kanala sığmaz.
12. {iş/yolculuk} {belirli bir zaman} sürmek: This job will take us one day. Bu iş bir gün ister. The trip´ll take you six hours. Yolu altı saatte alırsın.
13. {bir şeyin çalıştırılması/tamamlanması için} {belirli bir şey} gerekmek: Will that telephone take coins? O telefon madeni parayla çalışır mı? What size shoe does she take? Ona kaç numara ayakkabı lazım? This verb takes a direct object. Bu fiil nesne alır.
14. istemek, gerekmek: That´ll take a lot of work. O çok iş ister. How many men will it take to do it? O iş kaç adam ister?
15. {ders} almak: ´´What are you taking this semester?´´ ´´I´m taking Latin.´´ ´´Bu sömestr hangi dersleri alıyorsun?´´ ´´Latince alıyorum.´´
16. {bir yemeğe} {tat verebilecek bir madde} koymak/katmak/ekmek/sıkmak; kullanmak: Do you take sugar in your coffee? Kahveyi şekerli mi içiyorsun? She doesn´t take milk. Süt kullanmıyor.
17. {bir taşıtı} kullanmak: She takes the train to work. İşe gitmek için trene biniyor. Take a taxi! Taksiyle git!
18. {belirli bir yöne} sapmak: Take a right at the corner. Köşeden sağa sapın.
19. ölçmek; ölçerek elde etmek: They took my temperature. Derecemi aldılar. The tailor took his measurements. Terzi onun ölçülerini aldı. Let´s take a vote. Oylama yapalım.
20. {down} almak, yazmak, not etmek: Take his name and address! Onun adını ve adresini al! I´ll take notes for you. Senin için not alırım.
21. ... gibi anlamak, -e almak: She doesn´t take him seriously. Onu ciddiye almıyor. I took your silence to mean approval. Sessizliğinizi bir onay olarak anladım. What do you take me for? Beni ne zannediyorsun? I take it you´re moving. Bundan taşınma niyetinde olduğunu anlıyorum.
22. {bir köşeyi} dönmek; {bir virajı} almak; {bir engelin üstünden} geçmek: This car takes the curves well. Bu araba virajları güzel alıyor.
23. {aşı} tutmak: Did the vaccination take? Aşı tuttu mu?
take i.
1. sin. çekim.
2. {para olarak} hâsılat.
3. k. dili {hırsızların çalarak elde ettiği} kazanç.