| out |
{aʋt}
- [A] dış, dışarıdaki, uzaktaki, modası geçmiş, olanaksız, işe yaramaz, muhalefet
- [ADV] dışarı, dışarıya, dışarıda, uzakta, açıkta, bitmiş, kalmamış, çıkmış, yeni çıkmış, açığa çıkmış, yüksek sesle, sesli olarak, modası geçmiş, eskimiş, yıpranmış, pratiğini yitirmiş, sönmüş, bozulmuş, eksik, grevde, hatalı
- [N] atlanmış sözcük, aut, çizgi dışı, çözüm
|
|
| out |
z. 1. Belirli bir yerden gitme/gönderme anlamındaki fiillerle birlikte kullanılır: They started out at dawn. Şafak sökerken yola çıktılar. Take him out! Onu dışarı çıkar! She´s gone out for lunch. Öğle yemeği için dışarı çıktı. She was sent out to India. Hindistan´a gönderildi. The tide´s going out. Deniz alçalıyor. 2. dışarı; dışarıda; dışarıya: No sooner had she hung out the laundry than it began to rain. Çamaşırı dışarıya asar asmaz yağmur yağmaya başlamıştı. His shirttails were hanging out. Gömleğinin etekleri pantolonunun üzerinden sarkıyordu. Don´t stick your tongue out! Dilini çıkarma! He took out his checkbook. Çek defterini çıkardı. We´ll smoke him out. Onu dumanla dışarı çıkarırız. It´s nice out today. Dışarısı güzel bugün./Bugün hava güzel. Let´s sit out. Dışarıda oturalım. 3. Birinin/Bir şeyin merkez sayılan bir yerden uzak olduğunu göstermek için kullanılır: They live way out in Gebze. Onlar ta Gebze´de oturuyor. 4. Bazı fiilleri pekiştirmek için kullanılır: Write it all out! Hepsini yaz! Sing out! Yüksek sesle söyle! I´m tuckered out. Pestilim çıktı. 5. k. dili {Birinin belirli bir şey yapmaktan yorulduğunu göstermek için kullanılır.}: I´m meetinged out. Toplantılara gitmekten yoruldum artık. edat -den {dışarıya/öteye}: He looked out the window. Pencereden baktı. Don´t throw him out the door! Onu kapı dışarı etme! Drive out that road for thirty kilometers. O yoldan otuz kilometre git.
i. k. dili çare; bahane; mazeret.
f. {bir şey} kendini belli etmek, ortaya çıkmak, meydana çıkmak: Sooner or later the truth will out. Hakikat ergeç meydana çıkar. |
|
| out |
önek fazlasıyle, {öbüründen} daha iyi, daha çok: outstay, outbid outdrink. |
|
| out |
z. edat,
i. ünlem,
s.
f. dışarı dışarıda; dışarıya; dışında; arasından; meydana, ortaya; sız {kalmış}; bütün bütün, tamamen: sonuna kadar; yüksek sesle; edat dışarıya, dışarıda;
i. işinden çıkarılmış yenik parti üyesi; bahane, çözüm yolu; beysbol vurucunun sırasının bitmesi; muhalif kimse; matb. mürettip tarafından atlanmış kelime; ünlem Dışarı! Defol!;
s. dışarıdaki, dış; top oyun larında vurucu olmayan; anormal; kullanılmaz; zararda olan; yanılmış;
f. eski kovmak. kapı dışarı etmek; argo vurup düşürmek, nakavt etmek; meydana çıkmak, aşikâr olmak. out and away pek çok, fersah fersah. out and out bütün bütün, tamamen, her yönüyle. out of breath nefesi kesilmiş, soluk soluğa. out of commission bozuk. out of countenance utanmış. out of danger tehlikeyi atlatmış. out for a good time eğlence peşinde. out of order bozuk; düzensiz veya sırasız. out of patience sabrı tükenmiş. out of pocket sarfedilmiş, cepten çıkmış. out of print mevcudu bitmiş {kitap}. out of reach el erişmez, uzak. out of season mevsimsiz, vakitsiz. out of sorts rahatsız, keyifsiz; dargın. out of spirits canı sıkkın, neşesiz. out of things uzaklaşmış, uzaklaştırılmış. out of time müz. vuruşa uygun olmayan. Out with it! Haydi söyle! Anlat! cry out yüksek sesle bağırmak, haykırmak. die out sönmek: nesli tükenmek. pass out dağıtmak; bayılmak; toplantıdan sıra ile çıkmak {öğrenciler}. pour out boşaltmak. time out of mind öteden beri, eskiden beri. tired out çok yorgun, bitkin. at outs {with} dargın. far out, way out argo şahane, harika. He is out to lunch. Yemek için dışarı çıktı. Latin has gone out as a spoken language. Latince konuşma dili olmaktan çıktı. The fire is out. Yangın söndü. The stars are out. Yıldızlar görün- mekte. |
|
| out |
out
aut
Zarf
* (Belirli bir yerden gitme veya gönderme anlamındaki fiillerle birlikte kullanılır:)
They started out at dawn.
Şafak sökerken yola çıktılar.
Take him out!
Onu dışarı çıkar!
She's gone out for lunch.
Öğle yemeği için dışarı çıktı.
She was sent out to India.
Hindistan'a gönderildi.
The tide's going out.
Deniz alçalıyor.
* dışarı; dışarıda; dışarıya:
No sooner had she hung out the laundry than it began to rain.
Çamaşırı dışarıya asar asmaz yağmur yağmaya başlamıştı.
His shirttails were hanging out.
Gömleğinin etekleri pantolonunun üzerinden sarkıyordu.
Don't stick your tongue out!
Dilini çıkarma!
He took out his checkbook.
Çek defterini çıkardı.
We'll smoke him out.
Onu dumanla dışarı çıkarırız.
It's nice out today.
Dışarısı güzel bugün./Bugün hava güzel.
Let's sit out.
Dışarıda oturalım.
* (Birinin/Bir şeyin merkez sayılan bir yerden uzak olduğunu göstermek için kullanılır:)
They live way out in Maltepe.
Onlar ta Maltepe'de oturuyor.
* (Bazı fiilleri pekiştirmek için kullanılır:)
Write it all out!
Hepsini yaz!
Sing out!
Yüksek sesle söyle!
I'm tuckered out.
Pestilim çıktı.
* ({Birinin belirli bir şey yapmaktan yorulduğunu göstermek için kullanılır.}:)
partical
* {-den} dışarıya/öteye.
I'm meetinged out.
Toplantılara gitmekten yoruldum artık.
He looked out the window.
Pencereden baktı.
Don't throw him out the door!
Onu kapı dışarı etme!
Drive out that road for twenty kilometers.
O yoldan yirmi kilometre git.
İsim, colloquial
* çare; bahane; mazeret.
Fiil
* {bir şey} kendini belli etmek, ortaya çıkmak, meydana çıkmak:
Sooner or later the truth will out.
Hakikat ergeç meydana çıkar. |
|
|