İngilizce » Türkçe |
Yukarı |
one |
{wʌn}
- [A] tek, aynı
- [N] bir tane, biri, birisi, kimse, tek
- [NUM] bir
- [PRON] biri, birisi, olan, kimse, kişi
|
|
one |
s.i. zam. bir; tek; aynı;
i. bir tane; biri, birisi; adam, kimse, kişi; bir rakamı; zam. birisi, biri; herhangi biri. one and all hepsi, her biri. one another birbirlerini. one and sixpence eski, İng. bir şilin altı peni. one by one birer birer. one man one vote herkese tek oy hakkı. one-man show bir ki- şinin oynadığı veya önemli olduğu sahne oyunu veya sirk. one-night stand tiyatro bir şehirde bir temsil için kalma. at one beraber, birleşmiş, uyuşmuş. They were made one. Evlendiler; birleştiler. oneness
i. birlik bir olma. |
|
one |
s. 1. bir: Give me one loquat. Bana bir maltaeriği ver. One hundred and twenty people came. Yüz yirmi kişi geldi. One half of them were crazy. Onların yarısı deliydi. She came here one day in April. Nisan ayında bir gün buraya geldi. 2. tek: It´s the one lake that´s not polluted. Suları kirlenmemiş tek göl o. 3. adında biri: While you were out one Nihat Tekin called. Siz dışardayken Nihat Tekin adında biri telefon etti. 4. aynı, bir, tek: The writer of the play and his main character are one. Oyunun yazarı ve başkişisi aynı. They shouted with one voice. Hep bir ağızdan bağırdılar. zam. 1. biri; bir tane: One of them must have been you. Onlardan biri herhalde sendin. I´d like one of those flowers. O çiçeklerden bir tane istiyorum. 2. Genellemelerde kullanılır: One doesn´t go there alone. Oraya tek başına gidilmez. 3. insan {Kibar konuşmalarda bazen ben veya biz zamirleri yerine kullanılır.}: One dislikes having to talk with such persons. Öyle insanlarla konuşmak zorunda olmak insanın hiç hoşuna gitmiyor.
i. 1. {belirli} biri/bir tane: Which one? Hangisi? I´d like the one with the variegated flowers. Çiçekleri ebruli olanı istiyorum. That´s the one I want. Benim istediğim o. That´s a lovely one. Çok güzel o. Give me just one. Bana sadece bir tane ver. 2. {sayı olarak} bir: Put a one to the left of that zero. O sıfırın soluna bir bir koy. 3. saat bir; saat on üç: Let´s meet here at one. Birde burada buluşalım. |
|
One |
Bir |
|
one |
one
w^n
Sıfat
* bir:
Give me one loquat.
Bana bir maltaeriği ver.
One hundred and twenty people came.
Yüz yirmi kişi geldi.
One half of them were crazy.
Onların yarısı deliydi.
She came here one day in January.
Ocak ayında bir gün buraya geldi.
* tek:
It's the one lake that's not polluted.
Suları kirlenmemiş tek göl o.
* adında biri:
While you were out one Melahat Gözüpek called.
Siz dışardayken Melahat Gözüpek adında biri telefon etti.
* aynı, bir, tek:
The writer of the play and his main character are one.
Oyunun yazarı ve başkişisi aynı.
They shouted with one voice.
Hep bir ağızdan bağırdılar.
Zamir
* biri; bir tane:
One of them must have been you.
Onlardan biri herhalde sendin.
I'd like one of those flowers.
O çiçeklerden bir tane istiyorum.
* (Genellemelerde kullanılır:)
One doesn't go there alone.
Oraya tek başına gidilmez.
* insan ({Kibar konuşmalarda bazen ben veya biz zamirleri yerine kullanılır.}:)
One dislikes having to talk with such persons.
Öyle insanlarla konuşmak zorunda olmak insanın hiç hoşuna gitmiyor.
İsim
* {belirli} biri/bir tane:
Which one?
Hangisi?
I'd like the one with the variegated flowers.
Çiçekleri ebruli olanı istiyorum.
That's the one I want.
Benim istediğim o.
That's a lovely one.
Çok güzel o.
Give me just one.
Bana sadece bir tane ver.
* {sayı olarak} bir:
Put a one to the left of that zero.
O sıfırın soluna bir bir koy.
* saat bir; saat on üç:
Let's meet here at one.
Birde burada buluşalım. |
|
|
|