mean |
{mi:n}
- [A] adi, aşağılık, eli sıkı, cimri, hasis, kılıksız, keyifsiz, huysuz, utangaç, ahlaksız, zor, orta, ortalama, orantılı, vasati
- [N] orta, ortalama, ılımlılık
- [V] niyet etmek, kastetmek, demek istemek, demek olmak, anlamına gelmek, demeye gelmek, ifade etmek, tasarlamak
|
|
mean |
f. {meant} {ment} niyet etmek, kurmak, düşünmek; ifade etmek, mana vermek, kastetmek, demek istemek; demek. He means well. Ne kadar beceriksiz olsa da hüsnüniyeti var. It is meant for you Bu sizin için. What do you mean by it? Ne demek istiyorsun? Yaptığın doğru mu? You mean everything to me Sen benim her şeyimsin. |
|
mean |
s. orta, vasat;vasati, ortalama; mat. orantılı. mean distance ortalama mesafe. mean pressure ortalama basınç. mean time vasati güneş saati. Greenwich mean time Greenwich ortalama güneş saati. |
|
mean |
i. iki şeyin ortası, vasat, orta; ılımlık; mat. ortalama nicelik; istatistikte gözlem sonucu ortalama değer; man. orta terim; bak. means the golden mean her şeyin kararı, ikisi ortası, ideal olan şey. |
|
mean |
s. adi, aşağı, değersiz; rezil, alçak, bayağı; cimri, pinti; kılıksız; yoksul; k.dili huysuz; k.dili utangaç; A.B.D., k.dili keyifsiz; A.B.D., k.dili kötü huylu, ahlâksız, tehlikeli; A.B.D., k.dili zor, güç; A.B.D., {argo} şahane, nefis. no mean city çok iyi şehir. meanly
z. alçakçasına. meanness
i. adilik; cimrilik. |
|
|