| devil's advocate |
- [N] savcı: aziz adayı aleyhinde tartışan savcı {katolik}, tartışma olsun diye zayıf tarafı savunan kimse
|
|
| devil's food cake |
- [N] kek: çikolatalı bir tür kek
|
|
| devil |
{'devəl}
- [N] şeytan, iblis, canlı ve dinamik kimse, şeytan gibi tip, acı ve baharatlı yemek, stajyer avukat
- [V] rahatsız etmek, canını sıkmak, baharatlı ve acılı pişirmek, makinede parçalamak {bez, kâğıt}, avukat stajeri olarak çalışmak, yazar çırağı olarak çalışmak
|
|
| between the devil and the deep sea |
- [ID] iki arada bir derede
|
|
| devil's bones |
|
|
| devil's darning needle |
|
|
| give the devil his due |
- [ID] kötü adamın bile hakkını vermek
|
|
| go to the devil |
|
|
| have devil |
- [V] atılgan ve cesur olmak
|
|
| How the devil do you know that? |
- [PHR] bilmek: Bunu nereden biliyorsun?
|
|
| talk of the devil |
- [ID] iti an çomağı eline al
|
|
| the devil! |
- [INTRJ] hay aksi!, şeytan: kör şeytan!, Allah belâsını versin!
|
|
| the devil take the hindmost |
- [ID] altta kalanın canı çıksın
|
|
| the poor devil |
|
|
| there is the devil to pay |
|
|
| devil-dodger |
|
|
| devil-fish |
{'devəl,fıʃ}
|
|
| devil for smb. |
- [V] yardımcısı olarak en sıkıntılı işleri yapmak
|
|
| devil-may-care |
{,devəlmeı'keər}
- [A] pervasız, aldırışsız, umursamaz, kayıtsız
|
|
| a devil incarnate |
- [N] insan kılığındaki şeytan, şeytanın ta kendisi
|
|