skew |
{skju:}
- [A] eğri, yamuk, meyilli, asimetrik, çarpık, eğri büğrü
- [N] eğrilik, yamukluk, eğiklik, asimetri, çarpıklık, üçgen çatı kenarı
- [V] eğriltmek, eğri yapmak, çarpıtmak
|
|
skew-eyed |
{,skju:'aıd}
- [A] şaşı, şaşı gözlü, şehlâ gözlü
|
|
stretch |
{stretʃ}
- [N] gerinme, gerginlik, esneme, genişleme, esneklik, uzatma, geniş yer, aralıksız süre, süre, hapis süresi
- [V] germek, esnetmek, uzatmak, sermek, yaymak, çekmek {çorap vb.}, zorlamak, abartmak, gerinmek, uzamak, yayılmak, yetmek, yeterli gelmek, arayı açmak
|
|
by every stretch of the imagination |
- [ADV] hayal gücünü kullanarak, hayal gücünü zorlayarak
|
|
give oneself a stretch |
|
|
have a stretch |
|
|
stretch oneself out |
|
|
stretch one's legs |
- [V] bacaklarını açmak, bacakları uyuştuğu için gezinmek
|
|
stretch out |
- [V] germek, esnetmek, uzatmak, arayı açmak
|
|
stretch tight |
|
|
skew |
s. 1. eğri, çarpık. 2. birbirine paralel olmayan.
i. 1. eğrilik, çarpıklık. 2. bükülme.
f. 1. eğriltmek, çarpıtmak. 2. {bir şeyin anlamını} çarpıtmak. |
|
skew |
s.
i.
f. eğri, çarpık; birbirine paralel olmayan;
i. erilik, çarpıklık; bükülme;
f. eğri yoldan gitmek; yan bakmak; eğriltmek, çarpltmak; başka anlam vermek. |
|
skew |
çarpıklık |
|
Skew |
Eğ |
|
skew |
kaykı |
|
skew symmetric matrix |
eksi bakışımlı matris |
|
skew-symmetric matrix |
eksi bakışımlı matris |
|
stretch |
f.
i.
s. uzatmak; sermek, germek, yaymak; çekip uzatmak; abartmak mübalağa etmek, büyütmek; yere sermek; gerinmek; gerilmek, yayılmak serilmek; açılmak; uzamak;
i. germe geriliş; gerginlik; geniş yer; sıra ile uzanan şey; uzam; aralıksız süre; dönemeçli koşu yolunun düz kısmı; {argo} hapis süresi;
s. gerilebilen. stretch the truth gerçeği abartmak. a stretch of open country geniş düz arazi. by a stretch of imagination hayal kuvvetini kullanarak. home stretch koşu yolunun son düz kısmı. ten hours at a stretch on saat hiç durmadan. stretchy
s. gerilir, uzar, esnek elastiki. |
|
stretch |
f. 1. germek: They stretched a wire between the two houses. İki evin arasına bir tel gerdiler. 2. esnetmek; esnemek: My sweater has stretched. Kazağım esnedi. Rubber will stretch. Kauçuk esner. Sometimes they had to stand for two hours at a stretch. Bazen iki saat boyunca ayakta kalmak zorundaydılar. 3. uzanmak: The wire stretches from here to there. Tel buradan oraya kadar uzanıyor. The lake stretched to the horizon. Göl ufka doğru uzanıyordu. 4. gerinmek. 5. {out} {uzuvlarını} alabildiğine uzatmak: She stretched her arms. Kollarını alabildiğine uzattı. 6. out uzanmak: He stretched out on the couch. Kanepenin üstüne uzandı. 7. {belirli bir süre} boyunca devam etmek: The work stretched over a period of five years. İş beş yıl boyunca devam etti.
i. 1. gerinme. 2. esneklik, elastikiyet. 3. bölüm, kısım, parça: It´s somewhere in that stretch of woods. Ormanın o kısmında bir yerde. |
|
Stretch |
Genişlet |
|
|